5 Şubat 2015 Perşembe

Bir İnsanı Sevmekle Mi Başlar Her Şey?

Bir insanı değil, insanın kendisini sevmesiyle başlar her şey....

Kendini sevmiyorsan, başka kimseyi de sevemiyorsun.

21 Ocak 2014 Salı

Hayat Bu İşte


Bazen ben de terk edip gidebilsem keşke diyorum
İçimde bir İstanbul var, ondan vazgeçemiyorum
Belki sen de bir gün geçersin diye köprülerinden
Yakıp yıkamıyorum, koparıp da atamıyorum içimden

Hayat bu işte, kanatlanıp gitmek dururken
Dört duvar içinde hapsolursun
Yaşamak için bir neden ararken
Ölmek için bulursun

Söyle taşı toprağı altın olmuş kaç yazar
Delik testi umutlarım akar altından azar azar
Söyle neye yarar yaşamak altın bir kafeste
Bir yanım seni beklerken, diğeri bekler ölümü ağır ağır

Hayat bu işte, kanatlanıp gitmek dururken
Dört duvar içinde hapsolursun
Yaşamak için bir neden ararken
Ölmek için bulursun

MANGA

Ne güzel yazmışlar... Şu son dönemde, hatta uzun zamandır ruh halim bu... Kanatlanıp gitmek dururken, dört duvar içinde hapsoluyorum. Tek bir kurtuluş yolu var gibi gelse de, aslında yok... Olmaz... Olamaz...

31 Ekim 2012 Çarşamba

Hayat bayram olsa...

100 kişiye sorduk, mutluluk nedir diye. Hepsi de başka bir cevap verdi. Bu anket de böylece patladı!
100 kişiye de sorsanız, 1.000-10.000 ve hatta 1.000.000 kişiye de sorsanız; bence hepsi farklı cevap verecektir bu soruya.

Mutluluk içimizde, mutluluk dışımızda, mutluluk kalbinde, beyninde demeyeceğim. Yani öyle felsefik, sosyolojik vs açıklamalar falan yapmayacağım.

Bence bir insan mutluysa mutludur. Mutluluk anlık bir durum. Çok hızla mutluluktan mutsuzluğa doğru geçebilir insan. Mesela gidersin bir pastaneye, menüde şahane bir pasta görürsün, "tamam, bunu yiyeceğim, yaşasın" der mutlu olursun. Garson gelir, mutlulukla siparişini söylersin. "Maalesef efendim, ondan kalmadı" der garson. Bir anda hayallerin yıkılıp, mutsuz olabilirsin. Bence bu kadar basit olabilir mutluluk. Dediğim gibi, anlık bana göre.

Anlık olduğu kadar, göreceli de. Yukarıdaki örnek bana göre bir mutsuzluk kaynağı olabilecekken, bir başkası için belki mutluluk kaynağıdır. Belki o çok sevdiği pasta olmadığı için yeni bir tat deneyecek ve bu o kişiyi daha çok mutlu edecektir; kimbilir...

Farkındayım biraz saçma bir yerden girdim. Aslında söylemek istediğim şu:
İnsan eğer o an mutluysa, mutludur. Sevdiği yanındadır, yeni bir kitap almıştır, birine bir hediye almıştır, sevdiği yemeği yemiştir, terfi etmiştir, vs. vs. O andır o. O an yaşanır.
Mutsuzsa da öyle... Birini özlemiştir, biri kalbini kırmıştır, işi istediği gibi gitmiyordur, maddi bir sıkıntı vardır, vs. Bunlar da o an yaşanır ve biter.

Ne kadar çok sorgularsanız mutluluğunuzu, o kadar mutsuz olursunuz...

O yüzden, "Carpe Diem!"

9 Ekim 2012 Salı

En son ne zaman?

En son ne zaman sabah istediğim saatte kalktım?
En son ne zaman yediklerim kilo yapar mı, olana daha fazlasını katar mı diye düşünmeden ne istersem yedim?
En son ne zaman sabahtan akşama kadar kimsenin keyfini beklemeden, kimseye uymak zorunda olmadan kendi kendime evde miskin miskin oturup ne istersem onu yaptım?
Canım dışarı çıkmak isteyince birşey düşünmeden çıkıverdim?
En son ne zaman birisine örnek olma kaygısı duymadan akşam yemeğinde ne istersem onu yedim (hatta yemedim, ya da ıvır zıvır, abur cuburla karnımı doyurdum)?
En son ne zaman aman sabah da erken kalkacağım diye düşünmeden gece istediğim saate kadar oturdum?
En son ne zaman hiç olmadık bir saatte "aman sıkıldım, hadi çıkayım" deyip evden dışarı çıktım?
 
Bu sorular yazının sonuna kadar uzayıp gider...
 
Sorular çocuklu bir annenin, çocuğu olduktan sonraki serzenişleri gibi duruyor değil mi?
Evet, onun da etkisini inkar edemem ama, bunlar ve daha fazlasını kendi kendime soruyorum ve çoğunun cevabını hatırlamıyorum bile. Yani tek sebep çocuk değil demek ki. Bunun öncesi de var.
 
Kabul ediyorum, hiçbir zaman öyle çok özgür ruhlu, her istediğini yapan, kimseyi kafasına takmadan hayatını yaşayan biri olmadım.
Ama şimdi, bunu yapabilmek istiyorum.
 
İstiyorum da, bu sefer de geç mi kaldım ne?

21 Eylül 2012 Cuma

Gelin güvey

Bazı insanlar vardır, uzaktan uzağa sevilen. Sık sık yanlarında, yörelerinde olunmak istenen. Arkadaşlıkları, sohbetleri zevk veren.
 
Bir zaman gelir, bir şekilde çok sık olmasa da dönem dönem biraraya gelmeye başlarsınız. Sohbetler gerçekten de hayal ettiğiniz gibidir, onların yanındayken zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız, hatta zaman geçmesin istersiniz. Çok sık yüzyüze gelemeseniz de, sürekli haberleşirsiniz. Onları bir şekilde hayatınızda özel bir yere koyarsınız.
 
Sonra bir gün (ya da pek çok defa) sizin onlar için aslında o kadar da özel ve önemli olmadığınız tokat gibi çarpar yüzünüze. Hayır, sizi sevmediklerinden ya da sizinle vakit geçirirken mutlu olmadıklarından değil. Ama işte, onlar için olsanız da olur olmasanız da olur...
 
Hani böyle uzaktan uzaktan birisine karşı platonik bir aşk duyarsınız, en ufak bir göz temasında ya da en ufak bir cümle ile heyecanlanıp kendi kendinize gelin güvey olursunuz. Sonra platonik aşkınızın yanında sevgilisini görürsünüz bir gün. Kalbinize bir yumru gelir oturur.
 
İşte öyle birşey...

17 Eylül 2012 Pazartesi

Bir Ben Var Benden Dışarı

Şimdiki hayatım, geçmişte yaşadıklarımın bir yansıması. Daha önce yaptığım seçimlerle geldim buralara. Memnun muyum seçimlerimden? "Keşke şunu öyle yapacağıma şöyle yapsaydım" dediğim seçimlerim var elbet. Ama genel olarak aslında sanırım bulunduğum noktadan, yaptığım seçimlerden memnunum.

Yine de bazen, başka bir yerlerde, paralel evrenlerde belki (çok mu dizi seyrediyorum acaba?) farklı seçimler yapmış ve farklı hayatlar yaşayan bir ben var mı acaba diye düşünüyorum. Bir kitap okurken, bir film izlerken, ya da uyuyan kızıma bakarken birden o sahneye dışarıdan bakıyormuş gibi hissediyorum. Yani orada oturan benim başka bir versiyonum gibi, gerçek ben ise o sahneyi dışarıdan izleyerek şaşırıyor her seferinde.

Ama işte marifet, o hayata dışarıdan bakmak değil... Asıl marifet o hayatın içerisine bütün ruhunla girip, her anı dolu dolu yaşayabilmek. İşte bunu tam anlamıyla yapabildiğim gün, benim de erdiğim gün olacak sanırım...

12 Eylül 2012 Çarşamba

Bazen

İnsan bazen istemeden (ya da belki o anda istediğini sanarak) birilerini kırar mı? Kırar..
Sonra arkasından kendini suçlayıp vicdan azabı çeker mi? Çeker..
Ben çekiyorum en azından...

Hele bir de bu kişi sizin bunu niye yaptığınızı anlayamayacak ve size karşılık veremeyecekse?

Daha bunu yaptığınız anda, bir yumru gelip oturur mu kalbinizin tam ortasına?

Benim oturur. Bugün yine göğsümün ortasında bir yumru ile dolaşıyorum. Kimbilir ne zaman sökerim onu oradan... Ya da, sökebilir miyim acaba gerçekten?

Uzaktı...

Uzun zamandır yazmak istediğim halde, düşüncelerimi toparlayıp yazıya dökemedim bir türlü...

Orta okulda günlük tutardım. Her gün değil, genelde önemli birşey olduğunda, canım sıkkın olduğunda, mutlu olduğumda yazardım. Lisede tutmaya devam ettim. Ve hatta üniversite birinci sınıfta, bambaşka bir şehirde yepyeni bir hayata adım attığım o ilk sene de tuttum. Sonra her nedense, ikinci sınıfta evime ve şehrime geri dönmemle birlikte bıraktım. Bilmiyorum neden; belki kendimi büyümüş hissettim, belki vakit bulamadım... Belki de annem günlüklerimi okuduğu için :) Hatırlamıyorum... Ama o zamandan beri içimdekileri, kafamdakileri yazıya dökmedim, dökemedim. Ne zaman yazmaya çalışsam, hep eksik kaldı kelimeler.

Şimdi ne değişti peki?

Değişen şu; her ne kadar bir süredir hayatımda eşim, kızım ve birkaç güzel arkadaşım da olsa, hep birşeyler içimde kalıyor. Kelimeler boğazımda düğümleniyor. Söylemek istiyorum bir sürü şey, ama ağzımdan çıkmıyor. Gereksiz mi buluyorum konuşmayı, hayatımdaki insanları mı sıkmak istemiyorum bilmiyorum. Ama farkettiğim birşey var; o da artık günlük konular hariç çok da fazla konuşmadığım, kendimi kimselere açamadığım; bu yüzden de mutsuz olup, etrafımdakilere de mutsuzluk dağıttığım. Aslında var, biraz da olsa içimi açtığım bir-iki kişi. İşin enteresan yanı, o bir-iki kişi ile de yazışarak konuşmamız :)

İşte ben de, yazarak daha çok rahatladığımı, ağzımdan çık(a)mayan kelimelerin, parmaklarımın ucundan, kalemimden daha kolay çıkıp gittiğini düşündüğüm için, sonunda yazmaya karar verdim, hatta bu sefer uygulamaya da geçtim. Öyle sürekli, her gün, her konuda yazarım diye söz vermiyorum, kimseye ve kendime. Çünkü o zaman hiç yazamıyorum zaten. Ne zaman aklıma eserse, o zaman yeni satırlarla dolacak sayfalar...

Uzaktı aslında bana böyle yazı yazmak uzun zamandır... Ama işte nihayet kavuştuk; yazılarım ve ben...

A.